Tarihin Gizli Özneleri: Kadınların Dünya Tarihindeki Etkileri ve Dönüştürücü Gücü
İçindekiler
- Bölüm I: Giriş, “Görünmez” Tarihin Yazımı ve Kadının Yeri
- Bölüm II: Antik Çağ – Güç, Felsefe ve İktidarın Kadınları
- Bölüm III: Orta Çağ – Kutsallık, İktidar ve Entelektüel Uyanış Arasında Kadın
- Bölüm IV: Rönesans’tan Aydınlanma’ya – Sanat, Bilim ve Felsefede Kadınların Yükselişi
- Bölüm V: 19. Yüzyıl – Sanayi, Siyaset ve Hak Mücadeleleri
- Bölüm VI: 20. Yüzyıl ve Ötesi – Feminizmin Dalgaları, Küresel Liderlik ve Dijital Aktivizm
- Bölüm VII: Küresel Politikalar ve Türkiye’de Kadın Haklarının Gelişimi
- Bölüm VIII: Sonuç – Tarihin Akışını Değiştiren Süreklilik
Bölüm I: Giriş, “Görünmez” Tarihin Yazımı ve Kadının Yeri
Tarih Yazımının Ataerkil Doğası
Geleneksel tarih anlatısı, uzun bir süre boyunca insanlık deneyiminin yalnızca yarısını yansıtan bir ayna işlevi görmüştür. Bu anlatı, büyük ölçüde erkeklerin siyasi, askeri ve ekonomik faaliyetlerine odaklanarak, kadınların tarihsel süreçlerdeki rollerini, katkılarını ve mücadelelerini sistematik olarak göz ardı etmiştir.
Tarih, genellikle erkeklerin eylemleriyle şekillenen bir alan olarak kurgulanmış; kadınlar ise bu anlatıda ya tamamen görünmez kılınmış ya da “erkeğe bağımlı bir varlık” olarak pasif rollere indirgenmiştir. Toplumun kadını çoğunlukla “anne” veya “eş” kimlikleriyle tanımlama geleneği, tarih yazımına da sirayet ederek, onların bireysel öznelliklerini ve toplumsal etkilerini gölgede bırakmıştır. Bu durum, yalnızca bir ihmal değil, aynı zamanda kadınların tarihsel önemini yapısal olarak dışlayan bilinçli veya bilinçsiz bir tercihtir.
Bu yapılandırılmış yokluk, kadınların tarihte hiç var olmadığı anlamına gelmez. Aksine, varlıkları belirli ve kutuplaşmış arketip’lerle sınırlandırılmıştır. Bir yanda ilahi bir figür olarak yüceltilen Meryem, diğer yanda insanlığı günaha sürükleyen şeytani bir varlık olarak görülen Havva bulunur. Güç koridorlarında Kleopatra gibi istisnai kraliçeler belirirken, genel kadın imgesi ev içi alana hapsedilmiş eş ve anne rolüyle tanımlanır.
Bu durum, kadınların çeşitli katkılarını yok sayan veya onları yalnızca mevcut ataerkil normları pekiştiren dar kalıplara sığdıran bir tarih anlatısının aktif inşasını gözler önüne serer. Dolayısıyla, kadınların tarihini yazmak, yalnızca eksik parçaları yerine koymak değil, anlatının kendisini temelden sorgulamak ve yeniden inşa etmek anlamına gelir.
Feminist Tarih Yazımının Doğuşu
1970’ler ve 1980’lerden itibaren yükselen feminist hareket, bu ataerkil tarih anlayışına köklü bir eleştiri getirmiştir. Feminist tarihçiler, başlangıçta “telafi edici” bir yaklaşımla tarihin dışladığı “büyük kadınları” (kraliçeler, sanatçılar, bilim insanları) bularak anlatıya eklemeye çalıştılar. Ancak bu yaklaşımın, tarihin temel yapısını sorgulamadığı kısa sürede anlaşıldı.
Bu noktadan sonra feminist tarih yazımı, metodolojik bir devrim gerçekleştirerek “kadın” kategorisi yerine “toplumsal cinsiyet”i temel bir analiz aracı olarak kullanmaya başladı. Amaç artık sadece kadınları tarihe dahil etmek değil, aynı zamanda tarihin kendisini kadınların deneyimleri, mücadeleleri ve bakış açıları üzerinden yeniden yorumlamaktı.
Bu yeni yaklaşım, tarihin konusunun erkeklerin siyasi meselelerinden ibaret olmadığını savunarak, kişisel ve öznel deneyimlerin, aile yapılarının ve toplumsal dinamiklerin de en az savaşlar ve antlaşmalar kadar tarihsel öneme sahip olduğunu vurguladı.
Bölüm II: Antik Çağ – Güç, Felsefe ve İktidarın Kadınları
Toplumsal Statünün Mozaik Yapısı
Antik çağda “kadın” statüsü, coğrafyaya, toplumsal yapıya ve döneme göre büyük farklılıklar gösteren tek bir kalıba sığdırılamayacak kadar karmaşık bir mozaiktir. Tarih öncesi paleolitik dönemdeki avcı-toplayıcı topluluklarda, cinsler arasındaki iş bölümü genellikle işbirliğine dayanıyordu ve kadınlar toplayıcılık yoluyla kabilenin beslenmesine hayati katkılarda bulunuyordu.
Tarım devrimiyle birlikte ortaya çıkan yerleşik toplumlarda ise kadının rolü daha da merkezileşti. Birçok tarım komününde ana üretici kadınlardı ve bu durum onlara önemli bir toplumsal saygınlık kazandırıyordu. Hatta bazı toplumlarda soyun kadına göre belirlendiği ve mirasın anneden kız çocuklarına geçtiği “anaerkil” sistemler geçerliydi.
Ancak, sabanın icadı ve tarlaların ufak bahçelerin yerini almasıyla tarımsal üretimde erkeğin rolü ön plana çıktı. Bu teknolojik ve ekonomik değişim, özel mülkiyetin gelişimiyle birleşerek kadının statüsünde kademeli bir düşüşe yol açtı ve ataerkil aile yapısının temellerini güçlendirdi.
Antik Yunan ve Roma’da Çelişkiler
Klasik antik çağ, kadın statüsündeki çelişkilerin en belirgin olduğu dönemlerden biridir. Yunanistan ve Roma’da kadınlar, bir yandan felsefe ve sanatın ilham perileri olarak yüceltilirken, diğer yandan kamusal ve hukuki hayattan büyük ölçüde dışlanmışlardır.
Yunanistan:
Demokratik Atina’da kadınların durumu oldukça kısıtlıydı. Alışveriş ve borçlanma hakları yoktu, bir haksızlığa uğradıklarında mahkemede kendi adlarına hak arayamazlardı ve tanıklıkları geçersiz sayılırdı. Genellikle evlerin dış dünyaya kapalı, kadınlara ayrılmış mahrem bölümlerinde yaşarlardı.
Buna karşın, askeri bir toplum olan Sparta’da kadınların durumu belirgin şekilde farklıydı. Erkeklerin uzun süreli askerlik görevleri nedeniyle kadınlar üzerindeki baskı daha azdı. Spartalı kadınlar yalnız dolaşabilir, mülk sahibi olabilir ve hatta yarışlara katılabilirlerdi. Öyle ki, MÖ 4. yüzyılda Sparta’daki arazilerin beşte ikisinin kadınlara ait olduğu bilinmektedir. Bu karşıtlık, “Antik Yunan kadını” gibi genellemelerin ne kadar yanıltıcı olabileceğini göstermektedir.
Roma:
Roma’da da benzer bir çelişki mevcuttu. Ailenin reisi olan “pater familias”, evdeki kadınlar ve çocuklar üzerinde mutlak yasal güce sahipti. Zina, kadın için ölümle cezalandırılabilecek en ağır suçlardan biri olarak görülüyordu ve ceza genellikle aile tarafından infaz ile sonuçlanırdı.
Ancak bu katı kurallara rağmen, Romalı kadınların mülkiyet edinme ve babalarından miras alma gibi önemli yasal hakları vardı. Özellikle MÖ 3. yüzyıldan itibaren Roma’nın sürekli savaşlara girmesi, erkeklerin uzun süre evden uzak kalmasına veya ölmesine neden oldu. Bu durum, Roma kadınının kendi yetkisini ve ekonomik gücünü ele geçirmesinde önemli bir sosyal dönüşümü tetikledi.
Vaka Analizleri: Tahtın ve Bilginin Kraliçeleri
Antik dünyada kadınların iktidara giden yolları genellikle hanedan bağları üzerinden olsa da, bu erişimi kişisel otoriteye dönüştürmek olağanüstü bir zeka ve siyasi beceri gerektiriyordu. Buna karşın, entelektüel birikimleriyle otorite kazanan kadınlar ise daha kırılgan bir zeminde ilerlemek zorundaydılar.
Mısır – Hatşepsut ve Kleopatra:
Mısır, kadın hükümdarlar konusunda antik dünyanın en dikkat çekici örneklerini sunar. MÖ 15. yüzyılda tahta çıkan Hatşepsut, firavunluğun bir erkek işi olarak görüldüğü bir geleneği yıkarak Mısır’ı tek başına yönetmiştir. O, gücünü meşrulaştırmak için kendini erkek kıyafetleri ve takma sakalla tasvir ettirmiş, barışçıl bir yönetim sergileyerek Mısır’a refah getirmiştir.
Yüzyıllar sonra ise VII. Kleopatra, çökmekte olan Ptolemaios Hanedanı’nı ayakta tutmak için siyasi dehasını kullanmıştır. O, sadece dillere destan güzelliğiyle değil, aynı zamanda Roma’nın en güçlü iki lideri Julius Caesar ve Marcus Antonius ile kurduğu stratejik ittifaklarla Mısır’ın bağımsızlığını korumaya çalışmıştır. Kleopatra’nın en önemli özelliklerinden biri, Mısır’ın yerel dilini öğrenen ilk ve tek Ptolemaios hükümdarı olmasıydı. Bu sayede halkıyla doğrudan bir bağ kurarak meşruiyetini güçlendirmiştir. Onun hikayesi, hanedan bağlarıyla elde edilen gücün, kişisel zeka ve siyasi manevralarla nasıl zirveye taşınabileceğinin eşsiz bir örneğidir.
İskenderiye – Hypatia:
Gücünü hanedandan değil, tamamen entelektüel otoritesinden alan bir figür olarak Hypatia (MS 370-415), antik dünyanın son büyük düşünürlerinden biridir. İskenderiye Kütüphanesi’nde felsefe, matematik ve astronomi dersleri veren Hypatia, Platon ve Aristoteles’in öğretilerini Hristiyan ve pagan öğrencilerden oluşan geniş bir kitleye aktarmıştır.
Aritmetik, konikler ve astronomi üzerine önemli yorumlar yazmış, hidrometre gibi bilimsel aletlerin geliştirilmesine katkıda bulunmuştur. Ancak onun bu entelektüel bağımsızlığı ve siyasi nüfuzu, yükselen dini fanatizmin hedefi haline gelmesine neden oldu. İskenderiye Valisi Orestes ile olan yakınlığı, Piskopos Cyril’in kışkırttığı bir güruh tarafından vahşice katledilmesiyle sonuçlandı.
Hypatia’nın trajik ölümü, aklın ve özgür düşüncenin dogmatizm karşısındaki kırılganlığını ve kurumsal bir korumadan yoksun entelektüel otoritenin ne kadar savunmasız olabileceğini acı bir şekilde ortaya koymuştur.
Çin – İmparatoriçe Wu Zetian:
MS 7. yüzyılda Çin’de, Wu Zetian (624-705), binlerce yıllık ataerkil saltanat geleneğini yıkarak ülkeyi yöneten ilk ve tek kadın imparator oldu. İmparator Taizong’un cariyesi olarak saraya giren Wu, zekası ve acımasızlığıyla yükselerek önce imparatoriçe, ardından da kendi oğullarını tahttan indirerek Zhou Hanedanı’nı kurmuş ve imparatorluğunu ilan etmiştir.
Yönetimi, muhaliflerine karşı kurduğu muhbirlik ağı ve uyguladığı sert politikalarla anılsa da, aynı zamanda Çin tarihinde önemli reformlara imza atmıştır. Devlet bürokrasisini liyakate dayalı bir sınav sistemiyle yeniden yapılandırmış, ekonomiyi geliştirmiş ve hükümetin verimliliğini artırmıştır. Wu Zetian, aynı zamanda kadınların toplumdaki konumunu yükseltmek için biyografiler yazdırtmış, sanatı ve edebiyatı desteklemiştir. Onun yönetimi, kadınların en katı ataerkil sistemlerde bile en tepeye nasıl çıkabileceğinin ve gücü bir kez ele geçirdiklerinde ne denli köklü değişimler yapabileceğinin kanıtıdır.
Bölüm III: Orta Çağ – Kutsallık, İktidar ve Entelektüel Uyanış Arasında Kadın
Avrupa’da İkili İmaj: Günahkar Havva ve Kutsal Meryem
Orta Çağ Avrupası’nda kadına yönelik bakış açısı, derin bir teolojik çelişki üzerine kuruluydu. Bir yanda, ilk günahı işleyerek insanlığı cennetten kovan Hz. Havva figürü vardı. Bu anlayışa göre kadın, erkeği baştan çıkaran, zayıf ve güvenilmez bir varlıktı. Tertullianus gibi Kilise Babaları, kadını “şeytanın kapısı” olarak nitelendiriyordu. Bu olumsuz imaj, kadınların toplumsal, siyasi ve dini hayattan dışlanmasını meşrulaştıran bir zemin oluşturdu.
Diğer yanda ise, Hz. İsa’yı dünyaya getiren Hz. Meryem figürü üzerinden kadınlık kutsanıyordu. Canterbury’li Anselmus’a göre, insanlığın kurtuluşu ancak bir kadın aracılığıyla gelebilirdi ve bu, kadının günahkarlığına karşı bir denge unsuru oluşturuyordu. Bu ikili bakış açısı, Orta Çağ boyunca kadınların konumunu belirledi: Bir yandan günahkâr ve kontrol altında tutulması gereken varlıklar olarak görülürken, diğer yandan soylu ve dindar kadınlar Meryem’in erdemlerini taşıyan figürler olarak yüceltiliyordu.
Sarayda ve Manastırda Güç Sahibi Kadınlar
Bu çelişkili atmosfere rağmen, Orta Çağ’da kadınlar, özellikle monarşi ve kilise gibi dönemin en güçlü kurumları içinde kendilerine etki alanları yaratmayı başardılar. Bu kadınlar, sisteme karşı çıkmak yerine, sistemin kurallarını ustaca kullanarak meşruiyet kazandılar ve ataerkil yapının içinde kadınsı bir otorite inşa ettiler.
Akitanyalı Eleanor (1122-1204):
Yüksek Orta Çağ’ın en dikkat çekici figürlerinden olan Eleanor, hem Fransa Kraliçesi hem de İngiltere Kraliçesi olarak Avrupa siyasetinin merkezinde yer almıştır. Akitanya Dükalığı’nın mirasçısı olarak sahip olduğu muazzam servet ve topraklar, ona büyük bir siyasi güç kazandırdı. İkinci Haçlı Seferi’ne kendi birliklerinin lideri olarak katılması, kocası Kral II. Henry’ye karşı oğullarını kışkırtarak isyan çıkarması ve uzun yıllar hapiste kalmasına rağmen etkisini asla yitirmemesi, onun ne denli kararlı ve siyasi bir aktör olduğunu göstermektedir. Siyasi gücünün yanı sıra, sarayını bir kültür merkezine dönüştürerek “saray aşkı” (courtly love) ve ozanlık geleneğinin en önemli hamilerinden biri olmuş, böylece dönemin estetik ve kültürel değerlerini de şekillendirmiştir.
Bingenli Hildegard (1098-1179):
Manastır duvarları ardında yaşayan bir rahibe olmasına rağmen, Hildegard’ın etkisi tüm Avrupa’ya yayılmıştır. O, sadece bir din kadını değil, aynı zamanda bir besteci, yazar, filozof, doğa bilimciydi. Gördüğü mistik vizyonları Scivias adlı eserinde toplamış, bestelediği ilahilerle müzik tarihine geçmiş ve bitkisel tedavi yöntemleri üzerine yazdığı kitaplarla tıp alanına katkıda bulunmuştur. Papa’dan imparatora kadar dönemin en güçlü liderleriyle mektuplaşarak siyasi ve dini konularda danışmanlık yapması, onun kilise kurumu içinde ne denli büyük bir ruhani ve entelektüel otoriteye sahip olduğunun kanıtıdır. Hildegard, kadınların dini kurumlar aracılığıyla nasıl bir güç ve ifade alanı yaratabileceğinin en parlak örneğidir.
Christine de Pizan (1364-1430):
Kocasının ve babasının ölümünün ardından ailesini geçindirmek için profesyonel bir yazar olan Christine de Pizan, kendi döneminde oldukça radikal ve istisnai bir figürdür. En ünlü eseri olan Kadınlar Şehri Kitabı (1405), Batı edebiyatının ilk proto-feminist metinlerinden biri olarak kabul edilir. Bu eserde de Pizan, dönemin kadın düşmanı (mizojinist) literatürüne karşı çıkarak, tarihten ve mitolojiden erdemli, zeki ve güçlü kadınların örnekleriyle dolu alegorik bir şehir inşa eder. Kadınların ahlaki ve entelektüel yeteneklerini savunarak, ataerkil söylemin temellerine meydan okumuştur. Eserlerini akademik Latince yerine halkın anlayabileceği Fransızca yazması, onun mesajını daha geniş kitlelere ulaştırma arzusunu gösterir.
İslam’ın Altın Çağı’nda Bilim ve Sanatla Uğraşan Kadınlar
Orta Çağ’da kadınların entelektüel katkıları sadece Avrupa ile sınırlı değildi. İslam’ın Altın Çağı olarak bilinen dönemde, özellikle bilim ve eğitim alanlarında önemli başarılara imza atan kadınlar mevcuttu. Bu figürler, genellikle Batı merkezli tarih anlatılarında göz ardı edilse de, medeniyetin gelişimine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Fatıma el-Fihrî (9. yy):
Fas’ın Fes şehrinde, bugün dünyanın kesintisiz eğitim veren en eski üniversitesi olarak kabul edilen Karaviyyin Camii ve Medresesi’ni kurmuştur. Bu girişim, bir kadının eğitim ve bilginin yayılmasına ne denli büyük bir katkı yapabileceğinin anıtsal bir örneğidir.
Meryem el-İcliyye (10. yy):
Suriye’nin Halep şehrinde yaşamış bir astronom ve usturlap yapım ustasıdır. Babasından öğrendiği zanaati geliştirerek, zamanının en hassas ve karmaşık usturlaplarını imal etmiştir. Gök cisimlerinin konumunu belirlemek ve vakti hassas bir şekilde ölçmek için kullanılan bu aletler, onun mühendislik ve astronomi alanındaki dehasını ortaya koyar. Bilime katkılarının onuruna, 1990 yılında keşfedilen bir asteroide “7060 Al-‘Ijliya” adı verilmiştir.
Suteyta el-Mehâmali (ö. 987):
Bağdat’ta yaşamış ve özellikle aritmetik ve miras hukuku gibi alanlarda uzmanlaşmış bir matematikçidir. Eğitimli bir aileden gelen Suteyta, döneminin önde gelen alimlerinden dersler almış ve cebir ilminde ulaştığı seviyeyle dikkat çekmiştir.
Kurtubalı Lübna (10. yy):
Endülüs Emevi Halifesi III. Abdurrahman ve oğlu II. Hakem dönemlerinde sarayda görev yapmış bir entelektüeldir. Kâtiplik, şairlik ve matematikçilik gibi birçok alanda yetenekli olan Lübna, Kurtuba’daki meşhur saray kütüphanesinin yönetiminde ve yeni eserlerin kazandırılmasında kilit bir rol oynamıştır.
Bu örnekler, Orta Çağ İslam dünyasında kadınların sadece ev içi rollerle sınırlı kalmadığını, bilimsel, kültürel ve eğitimsel alanlarda da aktif özneler olarak var olduklarını göstermektedir.
Bölüm IV: Rönesans’tan Aydınlanma’ya – Sanat, Bilim ve Felsefede Kadınların Yükselişi
Rönesans’ta Kadın ve Eğitim
Rönesans ile birlikte gelişen Hümanizm akımı, bireyin ve aklın önemini vurgularken, kadınların eğitimi konusunda da yeni kapılar araladı. Özellikle İtalya’daki soylu aileler, kız çocuklarının da erkeklerle birlikte eğitim almasını bir sosyal statü göstergesi olarak görmeye başladılar.
Bu dönemde yetişen soylu kadınlar, Latince ve Antik Yunan klasiklerini okuyor, felsefe, matematik ve müzik gibi alanlarda eğitim alıyorlardı. Ancak bu eğitim, genellikle kadınları daha iyi birer eş, anne ve ev yöneticisi yapma amacını taşıyordu. Sosyal zarafet, dans etmek, şarkı söylemek ve çeşitli müzik aletleri çalabilmek, iyi bir evlilik yapmak için gerekli beceriler olarak görülüyordu.
Alt sınıflara mensup kızların eğitimi ise büyük ölçüde evde, annelerinin kontrolünde ve daha çok pratik bilgilere (şifalı otlar, ev idaresi vb.) yönelikti. Bu dönemde sanat alanında kadınların adına sanatçılar listesinde pek rastlanmasa da, bazı istisnai figürler hem sanatın yaratıcısı hem de güçlü hamileri olarak öne çıkmayı başardı.
Sanatın Patronları ve Yaratıcıları
Isabella d’Este (1474-1539):
“Rönesans’ın First Lady’si” olarak anılan Isabella d’Este, dönemin en etkili sanat hamilerinden ve kültür ikonlarından biriydi. Mantua Markizliği’ni yönetirken, Leonardo da Vinci, Titian ve Mantegna gibi devrin en büyük sanatçılarına siparişler vererek hem sanatsal üretimi yönlendirmiş hem de kendi imajını bu eserler aracılığıyla özenle inşa etmiştir. Giyim tarzıyla İtalya ve Fransa’da modayı belirleyen, kocasının esir düştüğü dönemde devleti başarıyla yöneten Isabella, bir kadının siyasi, kültürel ve estetik gücü nasıl birleştirebileceğinin canlı bir örneğiydi.
Artemisia Gentileschi (1593-1653):
Barok dönemin en yetenekli ressamlarından olan Artemisia, Caravaggio’nun dramatik ışık-gölge tekniğini benimseyen Caravaggistlerin en başarılı temsilcisi olarak kabul edilir. Genç yaşta uğradığı tecavüz travması, sanatına derinlemesine yansımıştır.
Tablolarında genellikle Kitab-ı Mukaddes ve mitolojiden alınmış güçlü, kararlı ve çoğu zaman intikamcı kadın figürlerini (Judith’in Holofernes’in başını kesmesi, Yael ve Sisera gibi) resmetmiştir. Bu eserler, erkek sanatçıların aynı konulardaki tasvirlerinden farklı olarak, kadın kahramanları edilgen kurbanlar olarak değil, eylemin failleri olarak gösterir.
Floransa’daki prestijli Accademia delle Arti del Disegno’ya kabul edilen ilk kadın ressam olması, onun döneminde elde ettiği kurumsal tanınırlığın bir kanıtıdır.
Aydınlanma Çağı: Akıl ve Devrimin Kadınları
Aydınlanma Çağı, aklı, bilimi ve evrensel hakları yüceltirken, bu ideallerin kadınları ne ölçüde kapsadığı derin bir çelişki barındırıyordu. Bir yandan kadınlar, düşüncenin yayılmasında kilit roller oynarken, diğer yandan dönemin önde gelen filozofları tarafından akıldan yoksun varlıklar olarak tanımlanıyorlardı. Bu çelişki, modern feminizmin doğuşuna zemin hazırladı.
Fransız Salonları (Salonnières):
17. ve 18. yüzyıl Paris’inde, Madame de Geoffrin, Madame du Deffand gibi soylu ve zengin kadınlar, evlerini dönemin en parlak beyinlerinin buluştuğu entelektüel merkezlere, yani “salonlara” dönüştürdüler. Bu salonlarda Voltaire, Montesquieu, Diderot gibi filozoflar bir araya gelerek eserlerini tartışıyor, yeni fikirler geliştiriyor ve Ansiklopedi gibi Aydınlanma’nın anıtsal projelerinin temellerini atıyorlardı. Salonnières olarak anılan bu kadınlar, tartışmaları yöneterek, sanatçı ve düşünürlere hamilik yaparak ve fikirlerin yayılması için bir ağ oluşturarak Aydınlanma düşüncesinin gelişiminde hayati, ancak çoğu zaman göz ardı edilen bir rol oynadılar.
Émilie du Châtelet (1706-1749):
Aydınlanma’nın bilimsel kanadının en parlak kadın figürlerinden biridir. Bir matematikçi, fizikçi ve filozoftur. En büyük başarısı, Isaac Newton’un modern bilimin temel taşı olan Principia Mathematica adlı eserini Latince’den Fransızca’ya çevirip, esere kendi kapsamlı yorumlarını eklemesidir.
Bu çeviri, Newton fiziğinin Kıta Avrupası’nda anlaşılması ve yayılmasında kilit rol oynamıştır. Ancak Châtelet sadece bir çevirmen değildi. Kinetik enerjinin, o dönemde Newton’un iddia ettiği gibi hızla (v) değil, hızın karesiyle (v2) orantılı olduğunu öne süren deneyi ve teorisi, enerjinin korunumu yasasının anlaşılmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Voltaire ile Cirey’deki şatolarında kurdukları laboratuvarda yaptıkları optik deneyleri ve 21.000 kitaptan oluşan kütüphaneleri, onların ortak entelektüel tutkusunun bir göstergesidir.
Mary Wollstonecraft (1759-1797):
Modern feminizmin kurucu annesi olarak kabul edilen Wollstonecraft, 1792’de yayımladığı Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi (A Vindication of the Rights of Woman) adlı eseriyle Aydınlanma düşüncesine radikal bir eleştiri getirmiştir. O, Fransız Devrimi’nin “insan hakları” beyannamesinin evrensel iddialarına rağmen kadınları dışlamasını sert bir dille eleştirmiştir.
Özellikle Jean-Jacques Rousseau gibi filozofların, kadınları doğaları gereği duygusal, akıldan yoksun ve yalnızca erkeği memnun etmek ve çocuk yetiştirmek için var olan varlıklar olarak gören cinsiyetçi eğitim anlayışına meydan okumuştur. Wollstonecraft’a göre kadınların geri kalmışlığının nedeni biyolojik bir eksiklik değil, onlara dayatılan yanlış eğitim sistemiydi.
Kadınların da erkekler gibi akıl sahibi varlıklar olduğunu ve erdeme ancak eğitim yoluyla ulaşabileceklerini savunarak, kadınların kamusal ve siyasi hayata katılımının önünü açacak teorik temelleri atmıştır. Wollstonecraft’ın bu çıkışı, Aydınlanma’nın “evrensel akıl” idealindeki kurucu çelişkiyi, yani bu evrenselliğin aslında sadece erkekleri kapsadığını gözler önüne sermiş ve birinci dalga feminist hareketin entelektüel yakıtı olmuştur.
Bölüm V: 19. Yüzyıl – Sanayi, Siyaset ve Hak Mücadeleleri
Sanayi Devrimi ve Kadın Emeği
19. yüzyılda Sanayi Devrimi, kadınların yaşamında köklü ve çelişkili değişimlere yol açtı. Bir yandan ev eksenli üretimden fabrikalara geçiş, kadınlara ücretli çalışma ve ekonomik bağımsızlık için yeni fırsatlar sunarken, diğer yandan onları ağır bir sömürüyle karşı karşıya bıraktı.
Fabrikadaki Kadınlar:
Kadınlar ve çocuklar, özellikle tekstil sektöründe ucuz iş gücü olarak yoğun bir şekilde istihdam edildiler. Günlük 12-16 saati bulan uzun çalışma süreleri, erkek işçilere göre sistematik olarak daha düşük ödenen ücretler ve son derece sağlıksız koşullar, kadın işçilerin gündelik gerçeğiydi. Örneğin, Londra’daki kibrit fabrikalarında çalışan kadınlar, kullandıkları beyaz fosfor nedeniyle “fosfor çenesi” olarak bilinen, çene kemiklerinin çürümesine yol açan ölümcül bir meslek hastalığına yakalanıyorlardı. Bu dönem, kadını sanayi kapitalizminin en savunmasız ve en çok sömürülen unsurlarından biri haline getirdi.
Sendikal Mücadeleler:
Bu ağır sömürü koşulları karşısında kadınlar sessiz kalmadı. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadın işçiler, kendi hakları için örgütlenmeye ve mücadele etmeye başladılar. 1857’de New York’taki dokuma işçisi kadınların daha iyi çalışma koşulları ve “eşit işe eşit ücret” talebiyle başlattıkları grev, kadınların emek mücadelesi tarihinde bir dönüm noktası oldu. Benzer şekilde, 1888’de Londra’daki “kibritçi kızlar”ın başarılı grevi, vasıfsız kadın işçilerin bile örgütlendiğinde ne kadar güçlü olabileceğini gösterdi. Kadın Sendika Birliği gibi örgütler kurularak, kadınların sendikal harekete katılımı teşvik edildi ve talepleri daha örgütlü bir şekilde dile getirildi.
Süfrajet Hareketi: Oy Hakkı İçin Militan Mücadele
19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başları, kadınların siyasi haklar, özellikle de oy hakkı (suffrage) için yürüttükleri mücadelenin zirveye ulaştığı dönemdir. Süfrajet hareketi, kadınların tarihteki en organize ve en ses getiren politik eylemlerinden biridir.
Liderler ve Taktikler:
İngiltere’de Emmeline Pankhurst ve kızları Christabel ile Sylvia tarafından 1903’te kurulan Kadınların Sosyal ve Politik Birliği (WSPU), hareketin en radikal kanadını temsil ediyordu. Yıllarca süren barışçıl lobi faaliyetlerinin ve dilekçelerin sonuçsuz kalması üzerine WSPU, “Laf değil, icraat” (Deeds not Words) sloganını benimsedi. Cam kırma, kamu binalarını ateşe verme, politikacıların toplantılarını sabote etme gibi mülke yönelik saldırıları içeren “militan” bir strateji izlediler. Tutuklandıklarında ise hapishanelerde açlık grevleri yaparak hükümet üzerinde baskı kurdular. Bu eylemlerin en trajik olanı, 1913’te süfrajet Emily Davison’ın davasına dikkat çekmek için kendini bir at yarışında kralın atının önüne atarak hayatını kaybetmesiydi. Bu eylemler, kamuoyunda büyük tartışmalara yol açsa da kadınların oy hakkı meselesini siyasi gündemin en üst sıralarına taşımayı başardı.
Irk ve Sınıf Ayrımı:
Süfrajet hareketi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, başlangıçta büyük ölçüde beyaz ve orta sınıf kadınların liderliğinde ilerledi. Bu durum, siyah kadınların ve işçi sınıfından kadınların mücadelelerinin ve özgün taleplerinin sıklıkla göz ardı edilmesine neden oldu.
Ancak bu dışlayıcılığa karşı güçlü bir ses çok daha önceden yükselmişti. 1851’de Ohio’da düzenlenen bir kadın hakları kongresinde, kölelikten kaçmış bir abolisyonist olan Sojourner Truth, tarihe geçen “Ben bir kadın değil miyim?” (Ain’t I a Woman?) konuşmasını yaptı.
Truth, bu konuşmasında, erkeklerin kadınlara yardım etmesi, onları koruması gerektiği yönündeki beyaz süfrajetlerin argümanına karşı kendi deneyimini koydu: “Kimse bana arabalara binmemde yardım etmiyor, çamur birikintilerinden atlatmıyor ya da en iyi yeri vermiyor! Ve ben bir kadın değil miyim? Tarlayı sürdüm, ektim, ambarlara taşıdım ve hiçbir erkek bana baş edemedi!”. Bu sözleriyle Truth, hem cinsiyetçiliğe hem de ırkçılığa aynı anda meydan okuyarak, kadın deneyiminin tek ve homojen olmadığını, ırk ve sınıfın bu deneyimi temelden şekillendirdiğini ortaya koydu. Bu, on yıllar sonra “kesişimsellik” olarak adlandırılacak olan feminist teorinin tohumlarını atan, tarihsel bir andı.
Sosyalist Kadın Hareketi: Sınıf ve Cinsiyetin Kesişimi
Süfrajet hareketinin yanı sıra, 19. yüzyılın sonlarında kadın sorununu sınıf mücadelesi perspektifinden ele alan güçlü bir sosyalist kadın hareketi de ortaya çıktı. Bu hareketin en önemli lideri, Alman devrimci Clara Zetkin (1857-1933) idi.
Zetkin’e göre, kadınların ezilmişliğinin temel nedeni kapitalist sistem ve özel mülkiyetti. Bu nedenle, kadınların kurtuluşu ancak işçi sınıfının topyekûn kurtuluşuyla, yani sosyalist bir devrimle mümkün olabilirdi. Bu teorik çerçeve, Zetkin’i “burjuva feminist” olarak nitelendirdiği, sadece oy hakkı gibi yasal reformlara odaklanan süfrajet hareketinden ayırıyordu. O, kadınların mücadelesinin sınıf mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceğini savunuyor ve proleter kadınların örgütlenmesine öncülük ediyordu.
Zetkin’in en kalıcı miraslarından biri, 1910’da Kopenhag’daki Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda yaptığı öneriyle, 8 Mart’ın “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edilmesini sağlamasıdır.
Bölüm VI: 20. Yüzyıl ve Ötesi – Feminizmin Dalgaları, Küresel Liderlik ve Dijital Aktivizm
20. yüzyıl, kadınların hak mücadelelerinin kitleselleştiği, teorik bir derinlik kazandığı ve küresel bir boyut edindiği bir dönem oldu. Feminizm, farklı tarihsel bağlamlarda farklı talepler ve stratejilerle ortaya çıkan “dalgalar” halinde kavramsallaştırıldı. Bu süreç, yasal eşitlik talebinden başlayarak, özel alanın sorgulanmasına ve nihayetinde kadın kimliğinin kendisinin yeniden tanımlanmasına uzanan bir evrimi yansıtmaktadır.
Birinci Dalga Feminizm (Geç 19. – Erken 20. yy)
Birinci dalga feminizm, temel olarak kadınların kamusal alanda erkeklerle eşit yasal ve politik haklara sahip olması mücadelesine odaklandı. Bu dalganın ana hedefi, kadınların da erkekler gibi rasyonel bireyler olduğu ve bu nedenle en temel yurttaşlık hakkı olan oy hakkından (süfrajet) mahrum bırakılamayacağıydı. Mülkiyet hakları, eğitimde fırsat eşitliği ve mesleklere girebilme gibi talepler de bu dönemin temel gündem maddeleriydi. Mary Wollstonecraft gibi Aydınlanma düşünürlerinin entelektüel mirası üzerine inşa edilen bu hareket, kadınları “evdeki melek” rolünden çıkarıp kamusal hayatın aktif birer üyesi yapmayı amaçlıyordu.
İkinci Dalga Feminizm (1960’lar-1980’ler)
Oy hakkı gibi yasal kazanımların, kadınların hayatındaki köklü eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yetmediğinin anlaşılmasıyla ikinci dalga feminizm ortaya çıktı. Bu dalganın en meşhur sloganı, “Kişisel olan politiktir”, mücadelenin odağını kamusal alandan özel alana kaydırdı. Aile, evlilik, cinsellik, üreme ve ev işi gibi “kişisel” kabul edilen konuların aslında ataerkil iktidar ilişkilerinin yeniden üretildiği politik alanlar olduğu savunuldu.
Kurucu Metinler ve Liderler:
İkinci dalganın entelektüel temelleri, iki kurucu metinle atıldı. Simone de Beauvoir’ın 1949’da yayımlanan İkinci Cins adlı eseri, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” teziyle, biyolojik cinsiyet ile toplum tarafından inşa edilen toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımı ilk kez net bir şekilde ortaya koydu. Beauvoir, kadının tarih boyunca erkeğin “Öteki”si olarak nasıl tanımlandığını ve ikincilleştirildiğini varoluşçu bir felsefeyle analiz ederek, kendisinden sonraki tüm feminist düşünceyi derinden etkiledi.
1963’te ise Betty Friedan, Kadınlığın Gizemi (The Feminine Mystique) adlı kitabıyla, II. Dünya Savaşı sonrası Amerikan toplumunda idealize edilen banliyö ev kadınının yaşadığı derin mutsuzluk ve tatminsizliği, “isimsiz sorun”u ifşa etti. Friedan’ın kitabı, milyonlarca kadının kendi deneyimlerine tercüman oldu ve onları harekete geçirdi. Friedan’ın kurucuları arasında yer aldığı Ulusal Kadın Örgütü (NOW), kürtaj hakkı, işyerinde eşitlik ve çocuk bakımı gibi konularda yürüttüğü kampanyalarla ikinci dalganın en önemli eylem platformlarından biri haline geldi.
Temel Başarılar:
İkinci dalga, kadınların kendi bedenleri ve yaşamları üzerinde söz sahibi olmaları için somut kazanımlar elde etti. Özellikle üreme hakları ve kürtajın yasallaşması mücadelesi, bu dönemin en önemli ve en tartışmalı mücadele alanlarından biri oldu. Birçok ülkede kürtajın yasal bir hak olarak tanınması, kadınların hayatını doğrudan etkileyen devrimci bir değişiklikti.
Üçüncü Dalga Feminizm (1990’lar-2010’lar)
Üçüncü dalga, ikinci dalganın mirasını devralırken, ona yönelik eleştiriler üzerinden şekillendi. Bu dalganın temel çıkış noktası, ikinci dalganın “kadın” kategorisini evrensel ve homojen bir yapı olarak ele alması, bu yolla da genellikle beyaz, orta sınıf, heteroseksüel ve Batılı kadınların deneyimlerini merkeze almasıydı.
Kesişimsellik (Intersectionality):
Hukukçu Kimberlé Crenshaw tarafından kavramsallaştırılan “kesişimsellik”, üçüncü dalganın en önemli teorik katkısıdır. Bu yaklaşıma göre, toplumsal cinsiyet; ırk, sınıf, etnisite, cinsel yönelim, engellilik ve yaş gibi diğer kimlik ve ayrımcılık eksenlerinden bağımsız olarak anlaşılamaz. Bir siyah kadının yaşadığı baskı, sadece cinsiyetçilik ve ırkçılığın toplamı değil, bu iki sistemin kesişim noktasında ortaya çıkan özgün bir deneyimdir. Bu teori, feminizmin kendi içindeki güç hiyerarşilerini sorgulamasını ve daha kapsayıcı bir mücadele hattı örmesini sağladı.
Postkolonyal Feminizm:
Gayatri Spivak ve Chandra Talpade Mohanty gibi düşünürler, Batı feminizminin “Üçüncü Dünya kadınını” genellikle eğitimsiz, pasif ve kurtarılmaya muhtaç bir kurban olarak temsil etmesini eleştirdiler. Bu oryantalist bakış açısına karşı, Batı dışı coğrafyalardaki kadınların kendi özgün direniş biçimlerini, mücadelelerini ve seslerini merkeze alan bir feminist anlayış geliştirdiler. Bu yaklaşım, “küresel kız kardeşlik” idealinin, farklılıklara ve güç eşitsizliklerine duyarlı bir dayanışma ağı olarak yeniden kurulması gerektiğini savundu.
Dördüncü Dalga Feminizm (2010’lar-Günümüz)
Dördüncü dalga feminizm, gücünü ve karakterini büyük ölçüde dijital teknolojilerden ve sosyal medyadan almaktadır. İnternet, feminist aktivizmin örgütlenme, bilinç yükseltme ve eylem biçimlerini kökten değiştirmiştir.
Dijital Aktivizm ve #MeToo:
Bu dalganın en çarpıcı örneği, 2017’de küresel bir fenomene dönüşen #MeToo hareketidir. Aktivist Tarana Burke tarafından yıllar önce başlatılan bu hareket, sosyal medya aracılığıyla cinsel taciz ve istismarı bireysel bir utanç ve travma olmaktan çıkarıp, yapısal ve politik bir sorun olarak tüm dünyanın gündemine taşıdı. Milyonlarca kadının kendi hikayelerini paylaşması, benzeri görülmemiş bir küresel dayanışma ve “dijital kız kardeşlik” ağı yarattı. #MeToo, dördüncü dalganın, teknolojiyi kullanarak sessizliği nasıl kırdığının ve en güçlü kurumları bile nasıl sarsabildiğinin kanıtı oldu.
Savaş ve Barışta Kadınlar
Dünya Savaşları ve “Perçinçi Rosie”:
İki dünya savaşı, erkeklerin kitlesel olarak cepheye gitmesiyle, kadınları geleneksel rollerinin dışına itti. Milyonlarca kadın, daha önce “erkek işi” olarak görülen fabrika, tersane ve mühimmat imalathanelerinde çalışmaya başladı. Bu dönemde ABD’de ortaya çıkan “Perçinçi Rosie” (Rosie the Riveter) figürü, kolları sıvalı, kaslı ve kararlı bir kadın imgesiyle, vatanseverlik görevini yerine getiren emekçi kadının sembolü haline geldi. Bu deneyim, birçok kadına ilk kez ekonomik bağımsızlık ve özgüven kazandırdı. Savaş bittiğinde kadınların birçoğunun tekrar “eve dönmesi” beklenmiş olsa da, bu tecrübe, kadınların kamusal alandaki varlığını kalıcılaştıran ve ikinci dalga feminizmin taleplerine zemin hazırlayan bir dönüm noktası oldu.
Sivil Haklar Hareketi ve Rosa Parks:
ABD’deki ırk ayrımcılığına karşı verilen mücadelenin de en önemli tetikleyicilerinden biri bir kadındı. 1 Aralık 1955’te, Alabama’da terzilik yapan Rosa Parks, bindiği otobüste yerini bir beyaza vermeyi reddetti. Bu basit ama cesur sivil itaatsizlik eylemi, tutuklanmasıyla sonuçlandı ve Montgomery Otobüs Boykotu’nu ateşledi. Martin Luther King Jr.’ın liderliğinde 381 gün süren bu boykot, Sivil Haklar Hareketi’nin kitleselleşmesindeki ilk büyük adımdı. Rosa Parks, bu eylemiyle “Sivil Haklar Hareketi’nin Annesi” olarak anıldı ve bireysel bir direnişin nasıl kitlesel bir devrime dönüşebileceğini gösterdi.
Küresel Sahnede Kadın Liderler
“Demir Leydiler”:
20. yüzyılın ikinci yarısında, Indira Gandhi (Hindistan), Golda Meir (İsrail) ve Margaret Thatcher (Birleşik Krallık) gibi kadınlar, ülkelerinin ilk kadın başbakanları olarak tarihe geçtiler. Bu liderler, erkek egemen siyaset arenasının son derece rekabetçi ve çatışmacı doğası içinde var olabilmek için genellikle sert, kararlı ve tavizsiz politikalar izlediler. Thatcher’ın “Demir Leydi” lakabı, bu liderlik tarzının en bilinen sembolüdür. Onların iktidara gelişi, kadınların en yüksek siyasi makamlara ulaşabileceğinin kanıtı olsa da, liderlik tarzları genellikle mevcut maskülen normlara uyum sağlama stratejisi olarak yorumlandı.
Yeni Nesil Liderlik: Jacinda Ardern:
21. yüzyılda ise farklı bir kadın liderlik modeli ortaya çıktı. Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, özellikle Christchurch terör saldırısı ve COVID-19 pandemisi gibi krizler sırasındaki yönetimiyle küresel bir takdir topladı. Ardern’in liderlik anlayışı, empati, şefkat ve nezaketi bir zayıflık olarak değil, aksine bir güç olarak sunmasıyla önceki nesillerden ayrıldı. “Farklı bir güç türü” olarak tanımladığı bu yaklaşım, siyasette yeni bir liderlik paradigmasının mümkün olabileceğini gösterdi ve yeni nesil kadın siyasetçiler için ilham kaynağı oldu.
Geleceğin Öncüleri: Eğitim ve Cesaretin Simgeleri
Malala Yousafzai:
Günümüzde kadınların ve özellikle kız çocuklarının mücadelesinin en güçlü sembollerinden biri Pakistanlı aktivist Malala Yousafzai’dir. Kendi ülkesinde Taliban’ın kız çocuklarının okula gitmesini yasaklamasına karşı çıktığı ve bu konuda bir blog yazdığı için 2012’de, henüz 15 yaşındayken, okul servisinde başından vuruldu. Bu suikast girişiminden sağ kurtulması ve mücadelesine daha da güçlü bir şekilde devam etmesi, onu küresel bir figür haline getirdi. 2014’te Nobel Barış Ödülü’nü kazanan en genç kişi oldu ve kurduğu Malala Fonu aracılığıyla dünya genelinde kız çocuklarının ücretsiz, güvenli ve kaliteli eğitime erişimi için kampanyalar yürütmeye başladı.
Malala’nın hikayesi, en karanlık koşullarda bile tek bir sesin ve bireysel cesaretin nasıl küresel bir hareketi tetikleyebileceğinin ve milyonlara umut olabileceğinin canlı bir kanıtıdır.
Bölüm VII: Küresel Politikalar ve Türkiye’de Kadın Haklarının Gelişimi
Uluslararası Mekanizmalar
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadın hakları mücadelesi, uluslararası hukukun ve küresel politikaların da önemli bir gündem maddesi haline geldi. Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında düzenlenen konferanslar ve kabul edilen sözleşmeler, kadın haklarının evrensel bir norm olarak tanınmasında ve devletlerin bu konuda somut adımlar atmasında itici bir güç oldu.
BM Dünya Kadın Konferansları:
1975’te Mexico City’de başlayan BM Dünya Kadın Konferansları serisi, kadın sorunlarını küresel ölçekte tartışmaya açtı. Özellikle 1985’teki Nairobi Konferansı ve 1995’teki Pekin Konferansı dönüm noktası niteliğindeydi. Nairobi’de, kadınların kalkınma süreçlerinden yeterince pay alamadığı vurgulandı ve “Kadının İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejileri” kabul edildi.
Pekin’de ise 189 ülkenin katılımıyla kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu, “kadın hakları insan haklarıdır” ilkesini kesin bir dille teyit etti. Bu platform, hükümetleri kadına yönelik şiddetin her türüyle (evlilik içi tecavüz dahil), zorla evlendirme ve “namus suçları” gibi geleneksel uygulamalarla mücadele etme konusunda somut taahhütler altına soktu. Türkiye, Pekin Deklarasyonu’nu hiçbir çekince koymadan kabul eden ülkeler arasında yer aldı.
CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi):
1979’da BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve “uluslararası kadın hakları bildirgesi” olarak anılan CEDAW, kadın hakları alanındaki en kapsamlı ve bağlayıcı uluslararası belgedir. Sözleşme, taraf devletlere (günümüzde 189 ülke) kadınlara karşı ayrımcılığı sadece kamusal alanda değil, özel ve aile hayatında da ortadan kaldırma yükümlülüğü getirmektedir. Taraf devletler, kadın-erkek eşitliği ilkesini anayasalarına ve ulusal yasalarına dahil etmeyi, kadınlara karşı ayrımcılık içeren tüm yasaları yürürlükten kaldırmayı ve kadınların eğitim, sağlık, istihdam, siyasi katılım, evlilik ve aile hayatı gibi tüm alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip olmasını güvence altına almayı taahhüt ederler. Türkiye, CEDAW’ı 1985’te onaylayarak taraf devletlerden biri olmuştur.
Türkiye’de Tarihsel Süreç
Türkiye’de kadın haklarının gelişimi, kendine özgü tarihsel ve kültürel bir yörüngede ilerlemiştir. Bu süreç, İslamiyet öncesi dönemden Osmanlı reformlarına ve Cumhuriyet devrimlerine uzanan köklü bir geçmişe sahiptir.
İslamiyet Öncesi ve Sonrası Türk Toplumları:
Tarihsel kaynaklar ve sosyolojik analizler, İslamiyet öncesi Orta Asya Türk toplumlarında kadının toplumsal statüsünün görece yüksek olduğunu göstermektedir. Kadın, erkeğin yardımcısı ve neredeyse eşit bir konumdaydı; devlet yönetiminde “hatun” unvanıyla hakanla birlikte söz sahibiydi ve siyasi meselelerde etkiliydi. Ancak, İslamiyet’in kabulü ve yerleşik hayata geçişle birlikte, ataerkil yapıların güçlenmesiyle kadının bu ayrıcalıklı konumunun zamanla gerilediği yönünde yaygın bir görüş bulunmaktadır.
Osmanlı’da Reform Hareketleri:
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan modernleşme ve reform çabaları, kadınların konumunu da gündeme getirdi. Özellikle Tanzimat ve II. Meşrutiyet dönemlerinde, “yeni nesilleri yetiştirecek anneler” olarak kadınların eğitimi, toplumsal ilerlemenin bir gereği olarak görüldü. Bu doğrultuda kız rüştiyeleri (ortaokul) ve 1870’de kızlar için bir öğretmen okulu (Dârülmuallimât) açıldı. Kadınlar, Terakk-i Muhadderat gibi kendi çıkardıkları dergiler aracılığıyla kamusal alanda seslerini duyurmaya, eğitim, evlilik ve toplumsal hayata katılım gibi konularda taleplerini dile getirmeye başladılar. I. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin cepheye gitmesiyle kadınlar, fabrikalarda, imalathanelerde ve devlet dairelerinde çalışmaya başlayarak iş hayatına aktif olarak katıldılar.
Cumhuriyet Devrimleri ve Kadın:
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Türk kadınının hakları açısından bir devrim niteliğindedir. Mustafa Kemal Atatürk, toplumsal kalkınmanın ancak kadınların tam katılımıyla mümkün olabileceğine inanıyor ve kadını “toplumun yarısı” olarak görüyordu. Bu vizyon doğrultusunda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınların statüsünü temelden değiştiren bir dizi köklü reform hayata geçirildi.
- 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat (Öğrenim Birliği) Kanunu ile eğitim laikleştirildi ve kızlarla erkeklere eğitimde tam bir fırsat eşitliği sağlandı.
- 17 Şubat 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu, kadınlara evlenme, boşanma, velayet ve miras konularında erkeklerle eşit haklar tanıyarak, onları şer’i hukukun kısıtlamalarından kurtarıp birey ve yurttaş konumuna yükseltti.
- Siyasi haklar alanında ise Türk kadınları, birçok Batı ülkesindeki hemcinslerinden çok daha önce bu hakka kavuştu. 1930’da belediye seçimlerinde, 5 Aralık 1934’te ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1935’teki ilk seçimlerde 17 kadın milletvekili meclise girdi.
Bu reformlar, Türk kadınını toplumsal ve kamusal hayatın her alanında görünür kılan, modern ulus-devletin eşit yurttaşları olarak konumlandıran tarihsel adımlardı. Bununla birlikte, bazı eleştirel yaklaşımlar, bu reformların aynı zamanda kadını yeni rejimin modern yüzü ve “vitrini” olarak kullandığını ve “eski” rejimle bağları koparmak için bir araç işlevi gördüğünü de belirtmektedir.
Bölüm VIII: Sonuç – Tarihin Akışını Değiştiren Süreklilik
Bu yazı boyunca yapılan analiz, tarihin geleneksel olarak sunulduğu gibi yalnızca erkeklerin eylemleriyle şekillenen bir arena olmadığını, aksine kadınların da her dönemde ve her coğrafyada tarihin akışını değiştiren güçlü özneler olduğunu ortaya koymaktadır. Antik çağın taht odalarından Orta Çağ’ın manastırlarına, Aydınlanma’nın entelektüel salonlarından Sanayi Devrimi’nin fabrikalarına ve 21. yüzyılın dijital meydanlarına kadar kadınlar, en kısıtlayıcı ataerkil yapılar içinde dahi kendilerine etki alanları yaratmışlardır.
Kadınların tarihsel etkisi, tek bir model üzerinden açıklanamayacak kadar çeşitlidir. Kleopatra ve Wu Zetian gibi figürler, hanedan bağlarını kullanarak elde ettikleri gücü kişisel deha ve siyasi stratejiyle pekiştirirken; Hypatia ve Hildegard von Bingen gibi isimler, entelektüel ve ruhani otoriteleriyle çevrelerini aydınlatmışlardır.
Christine de Pizan ve Mary Wollstonecraft gibi düşünürler, kalemi bir kılıç gibi kullanarak kadın düşmanı söylemlere meydan okumuş ve modern feminizmin temellerini atmışlardır. Emmeline Pankhurst ve süfrajetler, sivil itaatsizliğin sınırlarını zorlayarak siyasi hakları söke söke alırken; Sojourner Truth ve Rosa Parks gibi siyah kadınlar, mücadelenin sadece cinsiyetle sınırlı olmadığını, ırk ve sınıfın ayrılmaz bir parçası olduğunu tüm dünyaya göstermişlerdir.
Simone de Beauvoir ve Betty Friedan, mücadelenin odağını özel alana taşıyarak “kişisel olanın politik olduğunu” kanıtlarken; Malala Yousafzai ve Jacinda Ardern gibi yeni nesil liderler, cesaret ve empatiyle milyonlara ilham vermektedir.
Bu sentez, kadınların tarih boyunca bireysel deha, stratejik ittifaklar, entelektüel üretim ve en önemlisi kolektif mücadele yoluyla statükoyu sarstığını ve toplumsal dönüşümlere öncülük ettiğini kanıtlamaktadır. Tarih, erkeklerin hikayesinden ibaret değildir; kadınların sessiz direnişleri, açık isyanları, bilimsel ve sanatsal katkıları, felsefi sorgulamaları ve siyasi liderlikleriyle birlikte yazılmıştır.
Devam Eden Mücadeleler ve Geleceğe Bakış
Tarih boyunca elde edilen tüm bu önemli kazanımlara rağmen, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi henüz sona ermemiştir. Günümüzde kadınlar, dünyanın dört bir yanında hala köklü sorunlarla yüzleşmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde kadınların ekonomik ve siyasi katılımının önündeki engeller varlığını sürdürmektedir. Küresel kadın sağlığı, özellikle üreme hakları, siyasi tartışmaların merkezinde yer almaya devam etmekte ve güvenli olmayan kürtajlar anne ölümlerinin önemli bir nedeni olmayı sürdürmektedir.
Dördüncü dalga feminizmin dijital aktivizmle getirdiği yeni olanakların yanı sıra, çevrimiçi taciz ve şiddet gibi yeni mücadele alanları da ortaya çıkmıştır. Kadınların tarihsel etkisini ve verdikleri mücadeleleri anlamak, bugünün sorunlarına daha derinlikli bir perspektifle bakmamızı sağlar. Bu tarih, kazanılan her hakkın ardında büyük bir bedel ve örgütlü bir mücadele olduğunu hatırlatır. Aynı zamanda, kadınların en zorlu koşullarda bile değişimin motoru olabildiğini göstererek gelecek için umut verir.
Tarihin gizli öznelerinin hikayesi, eşit, adil ve özgür bir dünya kurma mücadelesinin hala devam ettiğini ve bu mücadelenin en ön saflarında yine kadınların yer alacağını göstermektedir.
Alıntılanan Çalışmalar (Genişletmek için tıklayın)
- feminist tarihyazımında soykütüksel yaklaşım: eleştirel tarih – DergiPark
- Ataerkil Kültürde Kadın, Erkek ve Toplum İlişkisi – Akdeniz Üniversitesi
- Tarih Boyunca Kadın ve Türk Edebiyatında Değişen Kadın İmgesi – Köprü Dergisi
- FARKLI KÜLTÜR, İNANÇ VE ZAMANLARDA KADININ AİLEDEKİ YERİ VE ÖNEMİ – Socrates Journal
- Orta Çağ Avrupası’nın Sıradan Kadınları – Akademik Tarih
- Tarihin Akışını Değiştiren 50 Kadın – Memurlar.Net
- Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Yeniden Yazım: Lavinia Örneği – DergiPark
- Dünya Tarihinde Kadının Yeri ve Değeri – Diamond Tema, Medium
- Kadının Çağlar Boyunca Toplumdaki Yeri.docx – OMU
- Eski Toplumlarda Kadınlar ve Aileler – Khan Academy
- Antik Dünyanın En Güçlü 10 Kadını – Arkeofili
- Antik Mısır’ın En Güçlü Kadın Hükümdarı Hatşepsut’tu – Arkeofili
- Kleopatra: Mısır’ın Efsanevi Kraliçesi – Prezi
- SİYASİ STRATEJİ BAĞLAMINDA VII. KLEOPATRA VE CAESAR’IN NİL SEYAHATİ – DergiPark
- Antik Mısır’ın gizemli kraliçesi Kleopatra’nın bilinmeyen yönleri – DMAX
- İSKENDERİYELİ HYPATİA – Sinop Bilim Kültür Eğitim Derneği
- Antik Dünyanın İlk Kadın Matematikçisi ile Tanışın: Hypatia – Stellar Lab
- Antik Çağın En Büyük Kadın Filozofu Hypatia Neden Öldürüldü? – Arkeofili
- Hipatia – Vikipedi
- #İzBırakanlar 004: Tarihin İlk Kadın Matematikçisi Hypatia – Medium
- Çin’in tek kadın hükümdarı Wu Zetian ve Tang döneminde kadının yükselişi – Nevşehir Üniversitesi
- Wu Zetian – Vikipedi
- Wu Zhao: Ruler of Tang Dynasty China – Association for Asian Studies
- Wu Zetian – Dünya Tarihi Ansiklopedisi
- Eleanor of Aquitaine – English Heritage
- Eleanor of Aquitaine – EBSCO Research Starters
- 10 Facts About Eleanor of Aquitaine – History Hit
- (PDF) YÜKSEK ORTAÇAĞ POLİTİK VE ESTETİK EVRENİNDE MİTİK BİR İLAHE PORTRESİ: AKİTANYALI ELEANOR – ResearchGate
- Eleanor of Aquitaine – Biography, Children & Facts – History.com
- Bingenli Hildegard – Vikipedi
- Bingenli Hildegard: Orta Çağlı Bir Hıristiyan Mistiğin Perspektifinden ‘Öteki’ Algısı
- Hildegard von Bingen — A Modern Reveal: Songs and Stories of Women Composers
- Nun, Scientist, Artist, Saint: Meet Hildegard von Bingen – DailyArt Magazine
- A Narration of Female Experience: Christine de Pizan’s The Book of the City of Ladies – DergiPark
- Christine de Pizan -Rönesans Retoriği’nde Bir Kadın Usta – İletişim Ansiklopedisi
- Ortaçağ Araştırmaları Dergisi » A Narration of Female Experience: Christine de Pizan’s The Book of the City of Ladies – DergiPark
- İslam dünyasında iz bırakan alim kadınlar – Fikriyat
- Meryem El-İcliyye – Genç İVEK
- RONESANS DONEMINDE – ITAL YAN RESiM SANATINDA KADIN – İstanbul Üniversitesi
- BİR RÖNESANS KADINI SOFONISBA ANGUISSOLA’NIN SANATI ÜZERİNE BİR OKUMA: OTOPORTRELERİ – DergiPark
- Isabella d’Este – Hero of History | The Edge of Yesterday
- Isabella d’Este, an exclusive interview – Conceptual Fine Arts
- (PDF) Kolektif Bilincin Dışına Çıkmak; Artemisia Gentileschi’nin Tablolarında Kadın İmgesinin Evrimi – ResearchGate
- Artemisia Gentileschi’nin Tablolarında Kadın İmgesinin Evrimi – DergiPark
- Barok Dönemin İz Bırakan Ressamı: Artemisa Gentileschi ve Karanlık Resimleri – Idil Sanat ve Dil Dergisi
- 3. HAFTA – Fransız Aydınlanma Düşüncesi ve Temel Filozoflar – OMU
- Fransız burjuva devrimi: bir aydınlanma hareketi olarak mutlak monarşiden cumhuriyete geçiş – DergiPark
- Émilie du Châtelet – Vikipedi
- Newtonculuk – Vikipedi
- Émilie du Châtelet: Found in Translation – A World of Women in STEM
- Between science & philosophy: Émilie du Châtelet – EHNE
- Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi – Vikipedi
- Mary Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi Kitabında Rousseau Eleştirisi – DergiPark
- MARY WOLLSTONECRAFT’IN KADIN HAKLARININ GEREKÇELENDİRİLMESİ KİTABINDA ROUSSEAU ELEŞTİRİSİ – DergiPark
- Wollstonecraf’ta Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi – Düşünce – Mustafa BUĞAZ
- BÖLÜM 9 – İstanbul Üniversitesi
- 19.Yüzyılda Batı’da ve Osmanlı’da Kadının Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri – DergiPark
- küreselleşen çalışma hayatında kadının rolü – DergiPark
- Dünya’da Kadın Örgütlenmeleri Deneyimleri – Deriteks Sendikası
- Emek tarihinde kadın mücadelesi – Jin Dergi
- Kadın ve Kapitalizm – Marksist Tutum
- Kadınların Sosyal ve Politik Birliği – Vikipedi
- Süfrajet Hareketi — Bölüm 1 – Her Şey Üzerine, Medium
- Start of the suffragette movement – UK Parliament
- Süfrajetler | İlk Feminist Militanlar – Sen ve Ben Dergi
- Süfrajet – Vikipedi
- Süfraj/Süfrajet Hareketi – FeministBellek
- “Ain’t I A Woman?” – Rutgers
- Sojourner Truth, woman’s rights speech (1851) – Dickinson College
- Clara Zetkin – Vikipedi
- İşçi sınıfının kadın önderi: Clara Zetkin – Ekmek ve Gül
- Clara Zetkin: Son nefesine kadar mücadele eden bir devrimci – Kızıl Bayrak
- Sosyalist kadın hareketi tarihi ve kadın hareketindeki ideolojik ayrımların tarihsel kökenleri – Kaldıraç
- Clara Zetkin: “Hayatın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” – Kadın İşçi
- kadının siyası hakları tarihçesi – TÜSEB
- Türkiye Barolar Birliği Dergisi 159.Sayı
- Kadınların oy hakkının zaman çizelgesi – Vikipedi
- Çeşitli Ülkelerde Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkına Sahip Olma – Doğruluk Payı
- Feminizmin tarihi – Vikipedi
- Feminizm Tüm Kadınlar İçin mi? Gölgede Kalan Kadınlar – DergiPark
- Feminizm ve Kadın Hareketi – AçıkBeyin
- KESİŞİMSELLİK: FEMİNİZMDE KAPSAM GENİŞLEMESİNE DOĞRU – DergiPark
- Kadın Çalışmaları Kitaplığı – 1* İkinci Cins – Simone De Beauvoir – Sosyal Bilimler
- İkinci Cins – Vikipedi
- Varoluşçu Özgürlük Bağlamında Kadın: Simone de Beauvoir ve İkinci Cinsiyet – DergiPark
- “The Feminine Mystique” 50 Years Later – National Organization for Women
- The Feminine Mystique | Summary, Significance, & Facts – Britannica
- The Feminine Mystique – Wikipedia
- Betty Friedan: Feminist Icon and Founder of the National Organization for Women – PMC
- İkinci dalga feminizm – Vikipedi
- Kürtaj – FeministBellek
- Kürtaj – Vikipedi
- (PDF) Kesişimsellik Teorisi ve Farklılıkların Feminizmi – ResearchGate
- Kesişimsellik – FeministBellek
- Uluslararası İnsan Çalışmaları Dergisi » Kesişimsellik Teorisi ve Farklılıkların Feminizmi – DergiPark
- (PDF) KESİŞİMSELLİK: FEMİNİZMDE KAPSAM GENİŞLEMESİNE DOĞRU – ResearchGate
- Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 14, Sayı: 3 – DergiPark
- İhmal edilen bir alan: Post-kolonyal Feminizm – Son Haber
- Üçüncü Dünya Ülkelerindeki Kadınlık Deneyimlerini Feminizm İçerisine Dahil Etmek ve Ötesi – DergiPark
- POSTKOLONYAL FEMİNİZM BAĞLAMINDA “KÜRESEL KIZ KARDEŞLİK” KAVRAMININ İNCELENMESİ – ADÜ DSpace
- DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE DİJITAL FEMİNİZM İNCELEMESİ – toplumvekultur.com
- T. C. İSTANBUL GELİŞİM ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ – Gelişim Üniversitesi
- 4.Dalga Feminizmin Sporda #Metoo Hareketi Üzerinden İncelenmesi – Request PDF
- 4.Dalga Feminizmin Sporda #Metoo Hareketi Üzerinden İncelenmesi – DergiPark
- [PDF] Dördüncü Dalga Feminizm ve 21. Yüzyıl İngiliz (Feminist) Tiyatrosu – ACARINDEX
- 20. Yüzyılda Türkiye’de Kadın Konusunun Tarih Derslerinde Öğretimine Yönelik Bir Değerlendirme – DergiPark
- MAĞDUR VE SEMBOL: I. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA OSMANLI DEVLETİ’NDE KADINA YÖNELİK PROPAGANDA – DergiPark
- SAVAŞ VE KADIN – The Journal of International Social Research
- Rosie the Riveter – Ford Corporate
- Rosie the Riveter – Wikipedia
- 1 Aralık 1955: Rosa Parks otobüste bir beyaza yer vermediği için tutuklandı – Çatlak Zemin
- Sivil Haklar Hareketi’nden Obama’ya – T24
- Sivil Haklar Hareketi’nin Annesi: Rosa Parks – Helezon Dergisi
- Rosa Parks – Vikipedi
- Women Leaders Around the World – Medcom Benefits
- Margaret Thatcher, Golda Meir, and Indira Gandhi’s Actions and Rhetoric Regarding Feminism – Scholarship @ Claremont
- KADIN KARAR VERİCİLERİN UYUŞMAZLIK ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK POLİTİKALARI – Uludağ Üniversitesi
- Margaret Thatcher – TUİÇ Sözlük
- Jacinda Ardern’s Authentic Style Advanced Women’s Leadership – Vital Voices
- Jacinda Ardern: Dünya liderlerinin daha fazla nezakete ve empatiye ihtiyacı var – Forbes
- Işıldayan Kadın Liderler: Işınsu Kestelli – OGGUSTO
- Malala Yousafzai – PROMOTIVATE Speakers Agency
- Malala Yousafzai: Eğitimin ve Cesaretin Simgesi – Sosyal Garaj
- Malala Fonu ve Cochlear Vakfı kendi bağlantılarını nasıl kurdu?
- Asi Kızlara Hikayeler: Malala Yousafzai – House of Silk
- Uşak Üniversitesi Eğitim Araştırmaları Dergisi – DergiPark
- Kongrelerden: Küreselleşme ve Kadın Sempozyumu – TTB SÜREKLİ TIP EĞİTİMİ DERGİSİ
- 5-9 Haziran 2000 tarihleri arasında NewYork’ta gerçekleştirilen “Kadın 2000 – CEİD
- PEKİN+5: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE KADININ İNSAN HAKLARI VE TÜRKİYE’NİN TAAHHÜTLERİ – CEİD
- 07 NOV’22-CEDAW-for-Youth-TR – UN Women
- KADINLARA KARŞI HER TÜRLÜ AYRIMCILIĞIN ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ (CEDAW) – Doğa Derneği
- Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi – Çocuk Hakları Komisyonu
- Türkiye’de Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi – Antalya Kadın Müzesi
- osmanlı devleti’nde kadının hukuki statüsü – Uludağ Üniversitesi
- Geçmişten Günümüze Toplumsal Hayatta Kadının Yeri ve Önemi – DergiPark
- Türkiye’de kadın hakları – Vikipedi
- Gelişmekte olan ülkelerde kadının işgücüne katılımı – Ömer Halisdemir Üniversitesi
- 2022’de küresel kadın sağlığı istatistikleri – SKD Türkiye
- Küresel Üreme Adaleti Üzerine – Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar
